Göç, İnsan, Toprak

Savaş, siyasi oyunlar, hastalık ve doğal afetler, kişisel nedenler... Bugünlerde insanlar daha çok göç ediyor değil mi? Göç, bir çılgınlık gibi en yüksek seviyelerinde seyrediyor. Biraz da göçün doğasına inelim mi?

Göç, İnsan, Toprak
Göç, İnsan, Toprak

Savaş, siyasi oyunlar, hastalık ve doğal afetler, kişisel nedenler... Bugünlerde insanlar daha çok göç ediyor değil mi? Göç, bir çılgınlık gibi en yüksek seviyelerinde seyrediyor. Biraz da göçün doğasına inelim mi?

Göç, toprak ve insan üçgeni arasında önemli bağlar vardır. İnsan; din, çeşitli inanç ve farklı mitolojiye göre topraktan yaratılmıştır. Toprak hem hikayenin başlangıcı hem hikayenin geçtiği yer, hem de hikayenin bitecek olan durağıdır. Toprak alan ve verendir. Topraktan yaratıldığına inanan insan, yine toprağa gömülecektir. İnsan varlığı, bir gün öleceğini ve toprağa gömüleceğini bilse de ne savaştan, ne toprak mücadelesinden ne de toprağa olan bağından vazgeçmemiştir. Göç böyle bir yaşam mücadelesidir.

İnsanlar doğdukları ve yaşadıkları yer ile bağ kurarlar. Bunu kuşlar bile yapar. İnsan varlığının göç olgusu ile bir yerlere tutunabilme süreci göçü oluştururken, yaşadığı deneyim, değişim, uyum çabası, yabancı ye da yerli konumda olması gibi öğeler göçün alt dinamiklerini oluşturur. Her göç hikayesinde yerli kahramanlar ve yeni gelen kahramanlar vardır; ki göç eden bireylere toplum “göçmen” diyerek; üzerinde tartışılan, konuşulan ve teoriler üretilen yeni bir alana işaret eder. İnsanın doğup büyüdüğü yere anlam yüklemesi normal ve olağandır. Çocukken gittiği sağlık ocağı, ilk düştüğü merdiven, ilk tokadını yediği sokak, ilk öğretmeni, duvarlarını boyadığı duvarlar, mahalle bakkalı, halı silkeleyen komşular, çekirdek çitleyen kadınların yaptığı dedikodular, hepsinin anlamı vardır ve hepsi orijinal bir tablonun renkleri gibi bir bütünün ilgili parçalarıdır. Tek başına bir yerlerde bir şey ifade etmeyen bir arada bir bütünü oluşturan parçalar... Her insanın bir yurdu vardır. Bazı insanlar yurtlarından göç ederler. Tarihte bilinen ilk göçler, arkaik ve modern insanların kıtalar arasındaki hareketleridir. Göç tarihinin yaklaşık olarak 2 milyon yıl önce başladığına kanısı bulunmakla birlikte, Homo Erectus' un Afrika dışına yaptığı erken açılımlarla başlamıştır. Erken hominidlerin günümüzde batmış olan kara köprülerini kullanmış olduğu düşünülüyor (Dufoix, 2011) Çok uzun yıllardır devam eden zorunlu ya da gönüllü olarak çıkılan bu yolculuk ister istemez insanın psikolojik sağlığına etki eder. Göç ile psikolojik hastalıklar arasında ciddi bağlantılar bulunmaktadır. Her göçmen aynı durumda ve yapıda da değildir. Örneğin bilimsel araştıma sonuçlarına göre göç edilen ülkede doğan nesiller şizofreniye daha yatkın bulunmuşlardır. Ebeveynlerinin yakınmaları, sorunları ve sitemleri, gurbette doğan çocukları büyük oranda etkilemektedir. Buna aktarım diyoruz.

Göç eden kişi eski sayfayı kapatıp, yasını zamanında tutup bitirmezse yeni bir sayfa açamaz yani uyum gösteremez.  İnkar ve yasın yarım kalması uyumu baltalar. Göç eden, eskiye dair yarım kalan her şeyi kendi içinde tamamlamaz ise yeni başlangıçlar yaşanamaz buna da zeigarnik etki diyoruz.

Ha, bir de şu var; empati yoksunluğu ve haset psikolojisi. Göç etmeyenin,  göç edeni anlamaması normal bir tepki olabilir; fakat yıkıcı eleştiride bulunması hak dışıdır. Avrupa’da yaşayan Türkler arasındaki geçimsizlik ise uzun yıllardır konuşulup tartışılmaktadır. Olumsuz duygular ve düşmanlık önce sahibini yıpratır. İnsanlar seçimlerinde özgürdür. Son olarak eski kuşak göçmenlerin yeni kuşak göçmenlere verdiği tepki, yıllar önce ilk göç eden işçi sınıfına verilseydi bu gün herkes aynı konumunda olur muydu? Göç demişken ölüm de bir göç değil midir? Hiç kimse, o çok sahiplendiği toprak ile göçemeyecek değil mi? Çıplak doğan insan varlığı yine çıplak gömülecek.

Göç çok derin ve çok yönlü özel bir alandır. Kimisi “kader” der, kimi yerinden sürülür, kimi daha çok para kazanmak uğruna tek kalemde tüm benliğini siler. Toprak mı verir yalnızlığı, dışlanmayı, ayrımcılığı, ırkçılığı yoksa toprağa aşık olan insan mı?