Diziyorum

Diziyorum
Diziyorum

LA CASA DE PAPEL DİZİSİ

La Casa de Papel dizisi, Álex Pina tarafından üretilen İspanya yapımı bir soygun ve suç dizisi. Dizi, "Profesör" lakaplı karizmatik grup liderinin planları doğrultusunda ekibin önce darphaneyi ardından da İspanya Merkez Bankası'nı soymasıyla başlıyor. Dizi, dijital bir platformda yayınlanıyor. Netflix'in en fazla takip edilen dizileri arasında bulunuyor.

Dizide hırsızlık sanki hırsızlık değil de başka bir olgu gibi işlenmiş, devletten ve düzenden intikam alma şekli ve toplumsal düzene isyan olarak ilerliyor. Klasik bir soygun hikayesi değil yani.

Oyunculuk, kıyafetler, kostümler, seçilen mekanların havası çok iyi.

KARAKTERLER

Bazı karakterler gerçekten çok iyi işlenmiş. Çalışkan Profesör, fedakâr Berlin gibi.

En sevilen karakter Berlin olmuş.  Karakterlerin yüzü doğal ve oyunculuk izleyiciye geçebiliyor. Ekip üyeleri arasında dostluk kavramı var. Birbirlerini koruyorlar, birbirlerine silah da doğrultsalar, küfür de etseler sonuçta beraber sevinip beraber üzülüyorlar.

DİZİDEKİ MÜZİKLER

Müzik, bir dizi için çok önemli bir unsurdur. İzleyicinin kulağından girer, kalbine saplanır. Müzikler çok etkileyici. Cecilia Krull, My Life is Going on dizi bu şarkıyla başlıyor. Gerçekten harika bir ses harika bir melodi.

Manu Pilas, Bella Ciao, bu şarkıyı bütün dünya çok seviyor. Şarkının pek çok versiyonu pek çok dile çevrilmiş durumda. Bu şarkıdan bıkmak mümkün değildir herhalde. Hem siyasi hem de çok eğlenceli bir şarkı.

Dizideki diğer müzikler de özenle seçilmiş izleyici etkileyen parçalardan oluşuyor.

Ciao Bella şarkısı bu diziyle de bütünleşmiş durumda. Dizinin en dramatik sahnelerinde bu şarkının akustik versiyonu ile başlıyor, dizinin aksiyon dolu sahnelerinde ise aynı şarkının club remix tarzı devreye giriyor. Grup üyeleri başarılı bir soygun gerçekleştirmişse hep beraber şarkıyı söyleyip dans ediyor.

Z KUŞAĞI NEDEN ÇOK SEVDİ?

Dizi, Z kuşağının ilgisini çekiyor çünkü işin içinde başkaldırı, sorgulamak, zenginlik, dans, kostümler, gizem, heyecan ve risk var. Z kuşağı işin ucunda milyonlar falan yoksa çile çekmeyi de sevmez.

Bu dizi, Z kuşağının beğenisini kazanıyor, çünkü içinde isyan var, hırs ve bos vermişlik ile birlikte asi rüzgârlara kapılıp sonunu düşünmeden yaşama arzusu var. Kanka düşkünü Z kuşağı bu dizideki kankalar arası iletişimi de sevmiş olabilir. “Kendini feda et; ama kankanı satma!” diyor dizi.

ÖZETLE DİZİDEKİ OLUMLU İZLENİMLERİM:

Dizinin en beğendiğim yönü, oyuncuların yüzleri gerçek. Kadınların yüzü doğal. Burunlar yapılı değil. Alınlardaki kırışıklık, damarlar ve mimikler müthiş cezbedici. Bu durumu ayakta alkışlıyorum. Estetiksiz kadınların oynadığı dizi, dizidir.

Tokyo’nun memeleri gözümüze girmiyor, burnu da kendine has. Denver tükürük saçarak konuşuyor. Nairobi çok gerçek duruyor burnu bir doktor tarafından kesilmiş olsaydı bu kadar başarılı olamazdı. O böyle çok güzel. Raquel’in alnında botoks yok. Bu da gerçekçi duygusal geçişleri izleyiciye sunabiliyor.

Ayrıca dizide bir sonraki sahneyi tahmin edemiyorsunuz, sıra dışı ilerleyebilen bir dizi. Oyuncular ölebiliyor. Farklı sürprizler de oluşuyor.

ÖZETLE DİZİDEKİ OLUMSUZ İZLENİMLERİM:

Dizide ahlak kuralları boş verilmiş. Hırsızlık bir şekilde meşrulaştırılmış. Devlete isyan etmek iyi bir şey olarak gösterilmiş. Genç yaşta kısa yoldan zengin olma mümkün gibi gösteriliyor. Küfür kullanılmadan da başarılı olan pek çok yapıt var. Dizi baştan sona kadar aşırı küfürlü. Alkol çok sıradan ve güzel bir şey gibi gösteriliyor. Ayrıca devletin polisi ve askeri çok alt seviye ve kötü gösterilmiş. Bir ülke askerine ve polisine saygı duymalıdır. Bir de herkes su gibi alkol alıyor; ama hiç kimse sarhoş olup hata yapmıyor. İyi plan yapan bir grup sabahın köründe kalkıp çok çalışarak aynı zamanda da alkol alamaz. Dahası eli silahlı gezip sıfır hata ile başarılı olamaz. Ya alkollüsündür ya da çok başarılı. Hem çok başarılı hem alkollü olmazsın.

Pablo Escobar da suçluydu, hırsızdı, katildi; ama pek çok insan da onu çok seviyordu. Suç suçtur, katil katildir, terörist teröristtir, günah günahtır. İster sevilsin ister sevilmesin. Bu gerçeği değiştirmez.

Bazen izleyici, istenmeyen bir cinsellik işleyişine denk gelebilir. Sonuçta izleyici romantik bir dizi izlemek isteseydi bir soygun dizisini tercih etmezdi, öpüşmeler tüm detaylarıyla gözünüze gözünüze sokulurken, eşcinsellik de sık sık vurgulanıyor. Benim gibi bir şeyler yerken dizi izliyorsanız tabağı geri bırakabilirsiniz. Gereksiz cinsellik detayları var. Kolun bacağın yaralanmış, birkaç gün önce arkadaşın ölmüş, elinde kocaman silah, kapıda binlerce polis, içerde rehineler varken sen nasıl tuvalette seks yapabiliyorsun hayret yahu? İzlenme ve satış kaygısı senaristte neler yaptırıyor değil mi? İyi işin böyle detaylara ihtiyacı olmaz ki.

Ne diyeyim dizi iyi mi? İyi. Dizi sonuçta. Emeği geçenleri tebrik ediyorum. Çok iyi para götürdüler. Helal olsun. Biz ki ölenleri tekrar tekrar diriltip 950. Bölümü izleyen bir toplumuz, seni mi izlemeyeceğiz? Gönder gelsin. Tavsiye eder miyim? Benim gibi vakti sınırlı ve çok değerli olanlar için hayır tavsiye etmem. Ama, “Sabahtan akşama kadar boşum ne olsa izlerim.” diyorsanız oturun izleyin.

Son olarak çok sevdiğim hatta hayranı olduğum yazar Lev Toltstoy’un sözü ile bitireceğim.

“Sakın ahlak kurallarını çiğnemeyin çünkü öcünü çabuk alır.”